Melis
New member
Forumdaşlar, Size Bir Hikâye Anlatmak İstiyorum
Merhaba dostlar,
Bugün sizlerle, hukuk kitaplarının soğuk satırlarında sıkça rastladığımız ama hayatın tam ortasında karşılaştığımızda içimizi burkan bir kavramı; “dolaylı faillik”i anlatan bir hikâye paylaşmak istiyorum. Ama bunu sadece kavramı açıklamak için değil, kalbimize dokunacak, bizi düşündürecek bir yolculuk eşliğinde yapmak niyetindeyim. Çünkü bazen kelimeler kuru bilgiden öteye geçmeli, ruhumuza da değmeli.
Bir Kasabanın Hikâyesi
Uzak bir kasabada, dost canlısı ve herkesin birbirini tanıdığı bir mahallede yaşayan Selim ve Zeynep vardı. Selim, aklı daima çözüm üretmeye çalışan, soğukkanlı ve stratejik düşünen bir adamdı. Karar alırken duygularını bir kenara bırakır, adeta satranç tahtasına bakar gibi ihtimalleri gözden geçirirdi.
Zeynep ise bambaşkaydı. O, insanları anlamaya çalışan, empatisiyle köprüler kuran, başkalarının kalbine dokunmayı kendine ilke edinmiş bir kadındı. Bir sorunla karşılaştığında, önce “Bu insana ne hissettirdi?” diye düşünür, sonra çözüm yollarını arardı.
Kasaba sakinleri onları çok severdi. Çünkü biri aklın, diğeri kalbin temsilcisiydi. Ama işte, bazen hayat adalet duygumuzu sarsacak oyunlar oynar.
Dolaylı Failliğin Kasabadaki Yansıması
Kasabada yıllardır gözlerden uzak, kendi halinde yaşayan yaşlı Hüsnü vardı. Zihinsel olarak zayıf, kimi zaman aklını karıştıran, doğruyla yanlışı ayırt etmekte zorlanan biriydi. Çoğu zaman kasabalılar ona yardımcı olur, yanlış yaptığında alttan alırlardı.
Bir gün kasabanın en varlıklı ama bir o kadar da çıkarcı kişisi olan Mahir, kötücül bir plan kurdu. Kendisi doğrudan yapmaya cesaret edemeyeceği bir suçu, Hüsnü üzerinden işlemeyi düşündü. Ona tatlı dille yaklaşıp “Şuradaki dükkan benim hakkım, bana haksızlık ettiler, hadi git şu kapıyı aç da eşyalarımı geri alayım” diyerek aslında bir hırsızlığı yönlendirdi. Hüsnü, iyi niyetli ve saf haliyle, Mahir’in dediğini doğru sandı.
O gece Hüsnü, kimseye zarar vermek istemeden dükkanın kapısını açtı. Ardından Mahir içeri girip değerli eşyaları aldı. İşte o anda, hukuk kitaplarında yazan soğuk bir kavram, kasabanın sıcak kalbinde yankı buldu: Dolaylı faillik. Hüsnü, fiili bizzat yapmıştı ama aslında Mahir’in aracı olmuştu. Fail olan Mahir’di; çünkü Hüsnü’nün kusurunu kendi menfaatine alet etmişti.
Selim’in Aklı, Zeynep’in Yüreği
Olay açığa çıktığında kasaba ikiye bölündü. “Hüsnü suçlu!” diyenler de vardı, “Asıl fail Mahir’dir!” diyenler de. İşte tam o sırada Selim ve Zeynep devreye girdi.
Selim, herkese sabırla açıkladı:
“Arkadaşlar, burada kimin plan kurduğuna, kimin yönlendirdiğine bakmalıyız. Hüsnü’nün niyeti zarar vermek değildi. Hukukta buna dolaylı faillik denir. Asıl fail, başkasının kusurundan kendi çıkarı için yararlanan kişidir. Yani burada Mahir, görünmez iplerle Hüsnü’nün ellerini hareket ettirdi.”
Zeynep ise insanların yüreğine seslendi:
“Hüsnü masumiyetinden dolayı kullanıldı. Onun yüzündeki şaşkınlığı görmüyor musunuz? Yıllardır aramızda yaşayan, kimseye zarar vermeyen bu adamı şimdi nasıl suçlu sayarız? Asıl zalim Mahir’dir. Çünkü Hüsnü’nün kırılganlığını gördü ve bundan faydalandı.”
Kasaba halkı ikisini dinlerken hem aklın hem kalbin sesi yankılandı meydanda. İnsanlar yavaş yavaş gözlerini Mahir’e çevirdi.
Dolaylı Faillik: Kavramdan Hikâyeye
Sevgili forumdaşlar, işte bu yaşanmışlık bize dolaylı faillik kavramının ne demek olduğunu anlatıyor. Hukuk dilinde “kusurlu olmayan veya sınırlı kusurlu bir kişiyi araç gibi kullanarak suç işlemek” olarak tarif edilen şey, aslında hayatın içinde çok dramatik örneklere sahne olabiliyor.
Mahir’in planı, Selim’in stratejik aklıyla çözüldü; Zeynep’in empatik kalbiyle herkesin vicdanına dokundu. Dolaylı fail, suçu işlemeyen ama arkasındaki görünmez ipleri tutan kişidir. O ipler bazen korkutmayla, bazen kandırmayla, bazen de saf bir ruhu yanıltmakla çekilir.
Siz Ne Düşünüyorsunuz?
Dostlar, size bu hikâyeyi anlatmamın nedeni sadece hukuki bir kavramı açıklamak değil. Aynı zamanda adalet duygumuzun nereden beslendiğini, kimin gerçekten suçlu olduğunu anlamaya çalışmaktı. Belki siz de hayatınızda buna benzer bir olaya tanıklık etmişsinizdir. Belki birinin masumiyetinden faydalanıldığını gördünüz.
Sizce böyle durumlarda toplumun tavrı ne olmalı? Aklımız mı öne çıkmalı, yoksa kalbimiz mi?
Yoksa ikisini birlikte mi dinlemeliyiz?
Hikâyemi burada bitiriyorum ama tartışmayı başlatmak istiyorum. Çünkü biliyorum ki bu forumda herkesin söyleyecek çok kıymetli sözleri var. Sizlerin düşüncelerini okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.
Merhaba dostlar,
Bugün sizlerle, hukuk kitaplarının soğuk satırlarında sıkça rastladığımız ama hayatın tam ortasında karşılaştığımızda içimizi burkan bir kavramı; “dolaylı faillik”i anlatan bir hikâye paylaşmak istiyorum. Ama bunu sadece kavramı açıklamak için değil, kalbimize dokunacak, bizi düşündürecek bir yolculuk eşliğinde yapmak niyetindeyim. Çünkü bazen kelimeler kuru bilgiden öteye geçmeli, ruhumuza da değmeli.
Bir Kasabanın Hikâyesi
Uzak bir kasabada, dost canlısı ve herkesin birbirini tanıdığı bir mahallede yaşayan Selim ve Zeynep vardı. Selim, aklı daima çözüm üretmeye çalışan, soğukkanlı ve stratejik düşünen bir adamdı. Karar alırken duygularını bir kenara bırakır, adeta satranç tahtasına bakar gibi ihtimalleri gözden geçirirdi.
Zeynep ise bambaşkaydı. O, insanları anlamaya çalışan, empatisiyle köprüler kuran, başkalarının kalbine dokunmayı kendine ilke edinmiş bir kadındı. Bir sorunla karşılaştığında, önce “Bu insana ne hissettirdi?” diye düşünür, sonra çözüm yollarını arardı.
Kasaba sakinleri onları çok severdi. Çünkü biri aklın, diğeri kalbin temsilcisiydi. Ama işte, bazen hayat adalet duygumuzu sarsacak oyunlar oynar.
Dolaylı Failliğin Kasabadaki Yansıması
Kasabada yıllardır gözlerden uzak, kendi halinde yaşayan yaşlı Hüsnü vardı. Zihinsel olarak zayıf, kimi zaman aklını karıştıran, doğruyla yanlışı ayırt etmekte zorlanan biriydi. Çoğu zaman kasabalılar ona yardımcı olur, yanlış yaptığında alttan alırlardı.
Bir gün kasabanın en varlıklı ama bir o kadar da çıkarcı kişisi olan Mahir, kötücül bir plan kurdu. Kendisi doğrudan yapmaya cesaret edemeyeceği bir suçu, Hüsnü üzerinden işlemeyi düşündü. Ona tatlı dille yaklaşıp “Şuradaki dükkan benim hakkım, bana haksızlık ettiler, hadi git şu kapıyı aç da eşyalarımı geri alayım” diyerek aslında bir hırsızlığı yönlendirdi. Hüsnü, iyi niyetli ve saf haliyle, Mahir’in dediğini doğru sandı.
O gece Hüsnü, kimseye zarar vermek istemeden dükkanın kapısını açtı. Ardından Mahir içeri girip değerli eşyaları aldı. İşte o anda, hukuk kitaplarında yazan soğuk bir kavram, kasabanın sıcak kalbinde yankı buldu: Dolaylı faillik. Hüsnü, fiili bizzat yapmıştı ama aslında Mahir’in aracı olmuştu. Fail olan Mahir’di; çünkü Hüsnü’nün kusurunu kendi menfaatine alet etmişti.
Selim’in Aklı, Zeynep’in Yüreği
Olay açığa çıktığında kasaba ikiye bölündü. “Hüsnü suçlu!” diyenler de vardı, “Asıl fail Mahir’dir!” diyenler de. İşte tam o sırada Selim ve Zeynep devreye girdi.
Selim, herkese sabırla açıkladı:
“Arkadaşlar, burada kimin plan kurduğuna, kimin yönlendirdiğine bakmalıyız. Hüsnü’nün niyeti zarar vermek değildi. Hukukta buna dolaylı faillik denir. Asıl fail, başkasının kusurundan kendi çıkarı için yararlanan kişidir. Yani burada Mahir, görünmez iplerle Hüsnü’nün ellerini hareket ettirdi.”
Zeynep ise insanların yüreğine seslendi:
“Hüsnü masumiyetinden dolayı kullanıldı. Onun yüzündeki şaşkınlığı görmüyor musunuz? Yıllardır aramızda yaşayan, kimseye zarar vermeyen bu adamı şimdi nasıl suçlu sayarız? Asıl zalim Mahir’dir. Çünkü Hüsnü’nün kırılganlığını gördü ve bundan faydalandı.”
Kasaba halkı ikisini dinlerken hem aklın hem kalbin sesi yankılandı meydanda. İnsanlar yavaş yavaş gözlerini Mahir’e çevirdi.
Dolaylı Faillik: Kavramdan Hikâyeye
Sevgili forumdaşlar, işte bu yaşanmışlık bize dolaylı faillik kavramının ne demek olduğunu anlatıyor. Hukuk dilinde “kusurlu olmayan veya sınırlı kusurlu bir kişiyi araç gibi kullanarak suç işlemek” olarak tarif edilen şey, aslında hayatın içinde çok dramatik örneklere sahne olabiliyor.
Mahir’in planı, Selim’in stratejik aklıyla çözüldü; Zeynep’in empatik kalbiyle herkesin vicdanına dokundu. Dolaylı fail, suçu işlemeyen ama arkasındaki görünmez ipleri tutan kişidir. O ipler bazen korkutmayla, bazen kandırmayla, bazen de saf bir ruhu yanıltmakla çekilir.
Siz Ne Düşünüyorsunuz?
Dostlar, size bu hikâyeyi anlatmamın nedeni sadece hukuki bir kavramı açıklamak değil. Aynı zamanda adalet duygumuzun nereden beslendiğini, kimin gerçekten suçlu olduğunu anlamaya çalışmaktı. Belki siz de hayatınızda buna benzer bir olaya tanıklık etmişsinizdir. Belki birinin masumiyetinden faydalanıldığını gördünüz.
Sizce böyle durumlarda toplumun tavrı ne olmalı? Aklımız mı öne çıkmalı, yoksa kalbimiz mi?
Yoksa ikisini birlikte mi dinlemeliyiz?
Hikâyemi burada bitiriyorum ama tartışmayı başlatmak istiyorum. Çünkü biliyorum ki bu forumda herkesin söyleyecek çok kıymetli sözleri var. Sizlerin düşüncelerini okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.