Dünyanın en zengin ülkesinde Türkiye kaçıncı sırada ?

Brown

Global Mod
Global Mod
“Dünyanın en zengin ülkesinde Türkiye kaçıncı sırada?” Soru yanlış kurulmuşsa, cevabın gerçekliği ne işe yarar?

Şunu baştan söyleyeyim: Bu başlığı açmamın sebebi kavga çıkarmak değil, “zenginlik” denen kalıbın içini birlikte sökmek. Çünkü forumlarda sürekli dolaşan “dünyanın en zengin ülkesi hangisi, Türkiye kaçıncı?” sorusu, kolay hazmedilen ama mideye oturan bir fast-food gibi. Kimi nominal GSYH’ya bakıyor, kimi satın alma gücüne (PPP), kimi de kişi başına düşen gelire. Hatta birileri “varlık/borç dengesi” ya da “servet dağılımı” diyor. Peki “dünyanın en zengin ülkesi” derken hangisini kastediyoruz? Eğer kavramı yamuk tutuyorsak, Türkiye’ye biçtiğimiz sıra da baştan yamuk olur. Hadi gelin, bu kalıba çekiç indirelim.

“Zenginlik” dediğin nedir? Göstergeler kavgası

1. Nominal GSYH: ABD tepede, Çin ensesinde. Ama bu toplam pasta; kişi başına düşen dilimi söylemiyor. Türkiye burada “orta büyüklükte ekonomi” klasmanında; ilk 20-25 bandında gezinir. Peki bu, sokaktaki vatandaşın satın alma gücünü anlatır mı? Hayır.

2. GSYH (PPP): Yaşam maliyetine göre ayarlanmış gelir. Türkiye’nin sırası PPP’de nominale göre biraz daha iyi görünebilir. Ama PPP’nin “sepeti” tartışmalı: Sepete giren ürünler her toplumun tüketim alışkanlığını yansıtıyor mu? Şehir-kır farkını, kira şişmesini, enerji fiyatları gibi şokları aynı ölçüde yakalıyor mu? Yakalayamıyor.

3. Kişi başı gelir: “İsviçre, Norveç, Lüksemburg gibi küçük ama zengin ülkeler niye hep zirvede?” Cevap basit: Nüfus küçük, katma değer yüksek, kurumlar güçlü. Türkiye burada alt-orta sıralarda. Ama bu da fotoğrafın tamamı değil; çünkü ortalama, eşitsizliği gizler.

4. Servet dağılımı ve medyan gelir: İşte sinir ucu. Ortalama yerine medyana bakınca, bir ülkede “ortadaki insan”ın yaşadığı gerçekliği görürüz. Aynı şekilde, en zengin %10’un toplam servetten aldığı payı incelediğinizde, bir ülkenin “zenginliği”nin kimlerin cebinde toplandığını fark edersiniz. Türkiye’de eşitsizlik tartışması burada ısınır: Eğer zenginlik üste yapışıyorsa, “kaçıncı sıradayız?” sorusu sokağın cebini anlatmaz.

5. Refahın kalite boyutu: Gelir tamam da, yaşam kalitesi, barınma erişimi, sağlıkta bekleme süreleri, eğitim kalitesi, temiz hava, demokratik kurumlar, öngörülebilir hukuk? Bu olmadan “zengin ülke” laftan ibaret. Türkiye’nin sırasını merak ediyorsak, tüm bu göstergelerde makasın nerede açıldığını tartışmalıyız.

Türkiye’nin “sırası”: Rakamların oyunu mu, gerçeklerin yüzü mü?

“Türkiye 19., 21. ya da 35. sırada” diyen listeleri gördünüz. Hepsi seçtiği metriğe göre kendince haklı. Ama soru şu: Hangi sıralama Türkiye’de bir genç insanın kira/maaş dengesini, bir ebeveynin gıda enflasyonu altında ezilişini, bir emeklinin sağlık hizmetine erişimini açıklıyor? Eğer dert “sırada kaçıncıyız” fetişi ise, çerçevenin dışını kaçırırız.

Türkiye’nin kırılganlıklarını masaya koyalım: döviz cinsi bağımlılık, enerji faturası, verimlilik düşüklüğü, beyin göçü, kurumsal öngörülebilirlikte iniş-çıkışlar… Bu başlıklar çözülmedikçe, tek bir iyi veri (örneğin yüksek büyüme) diğer açıkları örtemez. Aynı şekilde, sadece enflasyona bakıp “yandık” demek de eksik; çünkü üretim yapısı, ihracatın teknolojik yoğunluğu, Ar-Ge ekosistemi gibi değişkenler sürdürülebilir refahın motorunu belirler.

Eril strateji mi, dişil empati mi? İkisini de masaya çekelim

Bu tartışmayı tek kanatla uçurmayalım. Stratejik ve problem çözme odaklı yaklaşım (genelde “eril” diye etiketlenen) şunu sorar: “Hangi kaldıraçlara basarsak beş yılda sıçrarız?” Öneriler: kurumsal reform takvimi, hukuk güvenliği, bağımsız veri kurulları, hedefli sanayi politikası, lojistik/enerji verimliliği yatırımları, dijitalleşme ve verimlilik artışı, orta gelir tuzağından çıkış için yüksek katma değer kümeleri (yarı iletken ekipmanı, savunma yan sanayii, biyoteknoloji süreç ekipmanı, yeşil dönüşüm tedarik zinciri). Bu kanadın gücü, ölçülebilir hedefler ve kritik yol çıkarmasıdır; zayıf yanı ise insanın hikâyesini, geçim derdini, toplumsal gerilimi “yan değişken” sayma riskidir.

Empatik ve insan odaklı yaklaşım (genelde “dişil” diye adlandırılıyor; ama etiketlerin genelleme olduğunu, bireylerin çeşitlilik gösterdiğini not edelim) şunu sorar: “Bu politikalar hane halkının masasına nasıl yansır? Kim kazanır, kim kaybeder?” Öneriler: kalite odaklı istihdam için beceri dönüşüm programları, kapsayıcı şehircilik (kira/ulaşım/kreş üçgeni), gıda güvencesi, borçluluk riskine karşı hane dayanıklılığı, sosyal hareketlilik kanalları (burs, mentorluk, bölgesel eşitleme). Gücü, toplumsal rıza ve sürdürülebilirlik yaratması; zayıf yanı, kapsamlı ve maliyetli programların kısa vadeli büyüme hedefleriyle çatışma ihtimali.

Gerçek çözüm, bu iki kanadı tek gövdede birleştirmektir: Soğukkanlı metrik okuması + sahici insan hikâyeleri. Zenginlik, “kimin için?” sorusuna cevap vermeden anlamını bulmaz.

Tabu sorular: Tartışmayı ısıtacak kıvılcımlar

- “Dünyanın en zengin ülkesi” dedikçe aslında kendi yoksullaşma korkumuzu mı bastırıyoruz?

- PPP’ye sığınmak, gündelik enflasyon ve kira şokunu görünmez kılan bir konfor alanı mı?

- Ortalama gelir yerine medyan geliri ve Gini katsayısını konuştukça sıralama takıntımızdan vazgeçer miyiz?

- “İhracat rekoru” başlıkları, ithal girdi bağımlılığını perdeleyen bir sahne ışığı mı?

- Beş yıl boyunca hukuki öngörülebilirliği, liyakati ve veri şeffaflığını garanti edecek bir kurumsal mutabakat olmadan, hangi yatırımcı Türkiye hikâyesine uzun vadeli imza atar?

- Eğitimde PISA skorlarını yükseltmeden, üniversite-sanayi arasındaki “ölü bölgeyi” kapatmadan, nasıl “yüksek gelirli ülke” masasına sandalye çekeriz?

Bir sıralama değil, bir gösterge sepeti önerisi

Eğer illa ki “neredeyiz?” diye sormak istiyorsak, tek bir cetvel değil, kompozit bir gösterge sepeti kullanalım:

- Medyan hane geliri (satın alma gücü düzeltilmiş)

- Gelir ve servet eşitsizliği (Gini + üst %10 payı)

- Konut erişilebilirliği (kira/gelir oranı)

- Verimlilik (saat başı üretkenlik) ve teknoloji yoğunluğu

- Kurumsal kalite (hukuk, yolsuzluk algısı, veri şeffaflığı)

- İnsan sermayesi (eğitim çıktıları, erken çocukluk erişimi)

- Sağlık ve yaşam kalitesi (beklenen yaşam süresi, hava kalitesi, ruh sağlığı göstergeleri)

Bu sepeti dört-beş yıl üst üste izleyelim; “Türkiye kaçıncı?” yerine, “Türkiye nasıl gidiyor?” sorusuna cevap verelim. Çünkü refah bir yarış pistindeki tur zamanı değil; bir toplum sözleşmesinin çıktısı.

Çelişkileri dürtmek: Kendi evimizin aynası

- Büyüme hızına sevinirken, enerji verimliliği ve yeşil dönüşüm yatırımlarını niye erteleyelim? Yarın karbon düzenlemesi kapıya dayandığında, bugünkü bir puanlık büyüme artışı bizi kurtarır mı?

- “İhracat arttı” manşetlerinin yanında katma değer ve yerlileşme oranlarını niye aynı puntoda görmüyoruz?

- Liyakat yerine adrese teslim teşvikler, beş yıl sonra bizi hangi kuyuda bırakır?

- Gençlerin barınma ve ücret sorunu çözülmeden, “nitelikli iş gücü” nasıl ülkede kalır?

Erkekçe plan + kadınca duyarlık = Sürdürülebilir strateji

Sert rasyonalite bazen kalpleri kırar; saf empati de mali gerçeklere çarpıp dağılır. O yüzden ikisini birleştiren bir reçete:

- Net hedefler: Beş yılda medyan geliri reel şu kadar artırmak; Gini’yi şu aralığa çekmek; konut kira/gelir oranını şu eşiğin altına indirmek.

- İnsan odaklı uygulama: Şeffaf veri panoları, politikaların hane etkisini aylık raporlayan mekanizmalar, katılımcı bütçeleme.

- Kritik odak: Lojistik/enerji verimliliği, dijital dönüşüm, bölgesel kümelenme, Ar-Ge’ye vergisel ve kurumsal istikrar güvencesi.

- Toplumsal rıza: Kredi genişlemesi yerine beceri dönüşümü, kreş ağı ve ulaşım iyileştirmeleriyle işgücüne katılımın artırılması.

Son söz: Sıralama değil, istikamet

“Dünyanın en zengin ülkesinde Türkiye kaçıncı?” sorusu cazip; çünkü bize bir podyum hayali veriyor. Ama podyumlar parlak ışıkta güzel görünür; kamera kapanınca geriye yağmurda bekleyen insanlar kalır. Eğer gerçekten zenginleşmek istiyorsak, tek bir sütuna dayanarak “kaçıncıyız” demek yerine, çok boyutlu bir pano kurmalı, hem stratejinin soğukluğunu hem empatinin sıcaklığını aynı masada tutmalıyız. O zaman göreceğiz: Sıralamanın manşeti değil, istikametimizin doğruluğu tartışmanın asıl ödülü.

Şimdi top sizde: Siz hangi metrikleri baz alıyorsunuz? Medyan geliri ve konut erişimini merkeze alan bir “refah endeksi”ni bu forumda birlikte tasarlasak, Türkiye’nin gerçek resmini daha dürüstçe yakalayabilir miyiz? “Kaçıncı”yı değil, “nasıl”ı tartışalım. Çünkü “nasıl” düzelirse, “kaçıncı” zaten peşinden gelir.
 
Üst