Radyoda çalan türkü “Dön gel ağam, dön gel paşam Eğinli misin?” diye sürüyor. Eğinli değilim lakin içimdeki bu seyahat tutkusu olduğu surece memleketimin her bir köşesini görmeye kendimi yeminli sayıp vakit zaman yollara düştüğüm doğrudur. Türkülere, şiirlere, romanlara mevzu olan, Anadolu’nun tatlı ilçesi Kemaliye, eski ismiyle Eğin, tarih kokan sokakları, yarısı taş, yarısı ahşaptan konutları ve büyüleyici hoşluğuyla Karasu’nun kenarında adeta gizli bir cennet üzere karşılıyor bizi… Fırat’ın iki kolundan biri olan Karasu’nun, yıllar ortasında kayaları aşındırarak oluşturduğu yemyeşil bir vadide yamaca gerçek yükselen bir yerleşim alanı Kemaliye.
Karasu, bu tatlı ilçenin ortasından geçip giderken ismi üzere kara akmıyor. Sarp kayaların içinde vadi boyunca süzüle süzüle kıvrılıyor, yemyeşil manzarasıyla doyumsuz bir hoşluğu yansıtıyor. İlçeye girer girmez görüntü ve hatırı sayılır insan kalabalığına şaşırmıyoruz. Bir vakit içinder bu topraklardan yaban vilayetlere göçler epeyce olunca hasret türküleri vadinin eteklerinde yankılanıp durmuş. Lakin bugün Eğin, kuş uçmaz kervan geçmez pozisyonundan oldukcatan çıkmış. Sakinliği ve hoşluğuyla büyüleyen Karanlık Kanyonu ve dünyanın en güç yolları içinde gösterilen 8 kilometrelik ‘Taş Yolu’yla turizmin parlayan yıldızlarından biri olmaya aday. ‘Eğin’ sözcüğünün Horasan’da ‘Ağın’ denen bölgeden gelen bir oymağın ismi olduğu söyleniyor. Söz vakit içinde ‘Eğin’ biçimini almış. Bir öteki kaynağa nazaran de ‘cennet üzere hoş bahçe’ demek.
Bugünkü isminin veriliş hikâyesiyse Eğinliler için gurur verici. 1922’de, yöre halkının kurtuluş gayretindeki katkılarından dolayı TBMM sonucuyla şahsen Atatürk’ün kendi isminden esinlenilerek ilçenin ismi ‘Kemaliye’ olarak değiştirilmiş. 2021 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Süreksiz Listesi’ne alınan Kemaliye, 2022’de de Cittaslow (Sakin Şehir) ağına dâhil edilerek ülkemizin milletlerarası iki mükafata sahip ender yerlerinden biri oldu. Bir yeri en âlâ tanımanın yolu orayı adım adım dolaşmaktır deyip Kemaliye’nin sokaklarına atıyoruz kendimizi. Girdiğimiz biroldukca sokakta meskenlerin altından geçen kanallardan gürül gürül akan sularla karşılaşınca şaşırıyoruz.
Çağıl çağıl akan su güya tabiatın coşkusunu ve sevincini de birlikteinde getiriyor. Bu ses bir melodi üzere hem kulaklarımızı hem ruhumuzu okşuyor. Birinci durağımız Kemaliye Kültür ve Etnografya Müzesi oluyor. Müzede Kemaliye’ye has lokal kıyafetler, geçmişte kullanılmış günlük konut eşyası ve eski paralar sergileniyor. İkinci uğrak noktamız da ortasında kayaç, mineral, fosil ve biyolojik ve jeolojik örneklerin sergilendiği Prof. Dr. Ali Demirsoy Tabiat ve Tarih Müzesi. Bir vakit içinder yöre delikanlılarının çalışmak için büyük kentlere gitmelerinin akabinde eşleri ya da yavukluları tarafınca dillendirilen birbirinden hoş, buram buram hasret ve sevda kokan kelamların tabelalar üzerinde sergilendiği Mani Sokağı’nı es geçemiyoruz.
Bir çok ilgi çeken sokak, halk edebiyatı meraklılarının hoşça vakit geçirebileceği bir yer olarak ziyaretçilerini ağırlıyor. İlçeyi dolaşırken bir yöresel lezzet durağı çıkıyor karşımıza: Lökhane… Burası özel bir işletmeciye ilişkin. Kemaliye’nin coğrafik işaretli eseri ‘Eğin/Kemaliye dutu’ ve cevizden yapılan, ‘padişah tatlısı’ olarak da isimlendirilen ‘lök’ damaklarımızda enfes bir tat bırakıyor. Maalesef vaktimizin yetersizliği niçiniyle Karanlık Kanyon’u gezemiyoruz. Bu doğal hoşluk günümüzde base jump, wingsuit atlayışı, rafting üzere su sporuyla ilgilenenler tarafınca bir çok ilgi görüyor. Aldığımız bilgilere nazaran kanyonun üzerinde yapılması planlanan ‘Sırat On Fırat’ isimli asma yürüyüş köprüsü de şimdiden heyecan yaratan bir proje olarak dikkat çekiyor.
‘O köy bizim köyümüzdür’
“Orada bir köy var uzakta/Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” şiiri hepimizin hafızasındadır. Bu yapıtı Ahmet Kutsi Tecer’in doğduğu yer için yazdığı söylenir. İşte bu malum köy, Kemaliye’nin çabucak yanı başında, 5 km’lik aralıktaki Apçağa Köyü. Yolumuzu buralara kadar düşürmüşken uğramayı da ihmal etmiyoruz. Ahmet Kutsi Tecer Kültür Evi’nde şairin şahsi eşyası, köy hayatında kullanılan otantik eşya, yöresel kıyafetler, eski tarım aletleri ve köye ilişkin eski fotoğraflar sergileniyor. Kemaliye’den ayrılırken zihnime bir daha tıpkı türkü takılıyor. Eşimin “O türkü değişmiş” demesiyle hakikaten türkünün kelamlarını birazcık değiştirdiğimi fark ediyorum: “Eğin dedikleri bir küçük kent, bu ne hoşluk Ya Rab! Yanından akıp giden bir hoş ırmak…”
Karasu, bu tatlı ilçenin ortasından geçip giderken ismi üzere kara akmıyor. Sarp kayaların içinde vadi boyunca süzüle süzüle kıvrılıyor, yemyeşil manzarasıyla doyumsuz bir hoşluğu yansıtıyor. İlçeye girer girmez görüntü ve hatırı sayılır insan kalabalığına şaşırmıyoruz. Bir vakit içinder bu topraklardan yaban vilayetlere göçler epeyce olunca hasret türküleri vadinin eteklerinde yankılanıp durmuş. Lakin bugün Eğin, kuş uçmaz kervan geçmez pozisyonundan oldukcatan çıkmış. Sakinliği ve hoşluğuyla büyüleyen Karanlık Kanyonu ve dünyanın en güç yolları içinde gösterilen 8 kilometrelik ‘Taş Yolu’yla turizmin parlayan yıldızlarından biri olmaya aday. ‘Eğin’ sözcüğünün Horasan’da ‘Ağın’ denen bölgeden gelen bir oymağın ismi olduğu söyleniyor. Söz vakit içinde ‘Eğin’ biçimini almış. Bir öteki kaynağa nazaran de ‘cennet üzere hoş bahçe’ demek.
Bugünkü isminin veriliş hikâyesiyse Eğinliler için gurur verici. 1922’de, yöre halkının kurtuluş gayretindeki katkılarından dolayı TBMM sonucuyla şahsen Atatürk’ün kendi isminden esinlenilerek ilçenin ismi ‘Kemaliye’ olarak değiştirilmiş. 2021 yılında UNESCO Dünya Kültür Mirası Süreksiz Listesi’ne alınan Kemaliye, 2022’de de Cittaslow (Sakin Şehir) ağına dâhil edilerek ülkemizin milletlerarası iki mükafata sahip ender yerlerinden biri oldu. Bir yeri en âlâ tanımanın yolu orayı adım adım dolaşmaktır deyip Kemaliye’nin sokaklarına atıyoruz kendimizi. Girdiğimiz biroldukca sokakta meskenlerin altından geçen kanallardan gürül gürül akan sularla karşılaşınca şaşırıyoruz.
Çağıl çağıl akan su güya tabiatın coşkusunu ve sevincini de birlikteinde getiriyor. Bu ses bir melodi üzere hem kulaklarımızı hem ruhumuzu okşuyor. Birinci durağımız Kemaliye Kültür ve Etnografya Müzesi oluyor. Müzede Kemaliye’ye has lokal kıyafetler, geçmişte kullanılmış günlük konut eşyası ve eski paralar sergileniyor. İkinci uğrak noktamız da ortasında kayaç, mineral, fosil ve biyolojik ve jeolojik örneklerin sergilendiği Prof. Dr. Ali Demirsoy Tabiat ve Tarih Müzesi. Bir vakit içinder yöre delikanlılarının çalışmak için büyük kentlere gitmelerinin akabinde eşleri ya da yavukluları tarafınca dillendirilen birbirinden hoş, buram buram hasret ve sevda kokan kelamların tabelalar üzerinde sergilendiği Mani Sokağı’nı es geçemiyoruz.
Bir çok ilgi çeken sokak, halk edebiyatı meraklılarının hoşça vakit geçirebileceği bir yer olarak ziyaretçilerini ağırlıyor. İlçeyi dolaşırken bir yöresel lezzet durağı çıkıyor karşımıza: Lökhane… Burası özel bir işletmeciye ilişkin. Kemaliye’nin coğrafik işaretli eseri ‘Eğin/Kemaliye dutu’ ve cevizden yapılan, ‘padişah tatlısı’ olarak da isimlendirilen ‘lök’ damaklarımızda enfes bir tat bırakıyor. Maalesef vaktimizin yetersizliği niçiniyle Karanlık Kanyon’u gezemiyoruz. Bu doğal hoşluk günümüzde base jump, wingsuit atlayışı, rafting üzere su sporuyla ilgilenenler tarafınca bir çok ilgi görüyor. Aldığımız bilgilere nazaran kanyonun üzerinde yapılması planlanan ‘Sırat On Fırat’ isimli asma yürüyüş köprüsü de şimdiden heyecan yaratan bir proje olarak dikkat çekiyor.
‘O köy bizim köyümüzdür’
“Orada bir köy var uzakta/Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür” şiiri hepimizin hafızasındadır. Bu yapıtı Ahmet Kutsi Tecer’in doğduğu yer için yazdığı söylenir. İşte bu malum köy, Kemaliye’nin çabucak yanı başında, 5 km’lik aralıktaki Apçağa Köyü. Yolumuzu buralara kadar düşürmüşken uğramayı da ihmal etmiyoruz. Ahmet Kutsi Tecer Kültür Evi’nde şairin şahsi eşyası, köy hayatında kullanılan otantik eşya, yöresel kıyafetler, eski tarım aletleri ve köye ilişkin eski fotoğraflar sergileniyor. Kemaliye’den ayrılırken zihnime bir daha tıpkı türkü takılıyor. Eşimin “O türkü değişmiş” demesiyle hakikaten türkünün kelamlarını birazcık değiştirdiğimi fark ediyorum: “Eğin dedikleri bir küçük kent, bu ne hoşluk Ya Rab! Yanından akıp giden bir hoş ırmak…”